1. "büyük, alacakaranlık bir bütün var ruhumuzda, duyumsallığımız, gözlerimiz gibi bulanıklaşıveriyor ve biz, ah, bütün benliğimizle kendimizi vermeyi, bütün sevincimizle biricik, büyük ve görkem dolu bir duygunun tüm benliğimizi sarmasını özlüyoruz. ah! koşa koşa yola çıkıp tasarladığımız yere vardığımızda, değişen hiçbir şey olmuyor ve biz bütün yoksulluğumuzla, bütün sınırlılığımızla kalakalıyoruz, ruhumuz ise yitmiş bir doyumun özlemi içinde."

    (bkz: genç werther'in acıları - johann wolfgang von goethe)
  2. "yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında. ne zavallılık!
    bir yaşamın düşe eklenmesiyle bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiçbir ayrımı yok. bir de körler var kuşkusuz, kuşsuz. hep karanlıkta düşünürler. "

    (bkz: nilgün marmara)
  3. sizi bekleyenler vardır. rahatsınız. hem ne kolay rahatlıyorsunuz. içinizde boşluklar yok. neden ben de sizin gibi olamıyorum? bir ben miyim düşünen? bir ben miyim yalnız?

    aylak adam - yusuf atılgan

    ve bugün yusuf atılgan'ın aramızdan ayrılışının 27.yıldönümü. ruhu şâd olsun.
  4. "bana ait tek odanın penceresi hep karanlığa bakar. o yüzden geçmişimi de göremem geleceğimi de. zifiri bir hayatın içinde hem kalabalık, hem yalnızlık.

    sorsanız şehri severim aslında. kocamandır, renkli ve cazibeli. vaatlerle doludur sanki. ama sanki. o yüzden başım döner, gözlerim kararır, aşklarım da, cinnetlerim de hülyalıdır.

    hapishanelerinde yatarım. üzerimde bombalar, cebimde silah, düşler kurarım. yenemediğim şehri havaya uçursam. sevişmediğim erkekleri paramparça etsem. doğuramadığım çocukları kalplerinden bıçaklasam. geldiğim dağların türkülerini söyleye söyleye çıksam mahkemelerine. şehir mi yaman, ben mi yaman?

    karanlık mahallelerine daldığım olur bazen şehrin. kadınlar siyah, kapkara. ilahi bir yalanın içinde yuvarlana yuvarlana, bütün mezarları teker teker ziyaret ederim. bildiğim bütün dualar yağmur olur başımdan aşağı akar. her şeye inanırım o an... en çok da cehenneme, kabir azabına, günahların peşimi ne bu dünyada ne de öbür dünyada asla bırakmayacağına... baştan aşağı bizzat günah olduğuma.

    şehri avucumun içine alsam, elimde bir bez, her yanını ovalayıp parlatsam... şehir tehditten arınır mı? binbir çeşit kadınlık hali yepyeni bir kadere kavuşur mu?

    bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez.

    işte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. elimde bir bıçak her yerime saplarım. tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. arabalar önlerine atlamam için yol alır. denizinde, lağımında, çöpünde kimliksiz cesedim. kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesaretim."

    ***
    deli kadın hikayeleri - mine söğüt
  5. "tanı koymaya alışık değilsin ve bunu yapmak da istemiyorsun. seni rahatsız eden, seni duygulandıran, seni korkutan, ama bazen de coşturan şey başkalaşmanın anili değil, aksine, bunun bir değişim olmadığı, hiçbir şeyin değişmediği, -bunu ancak bugün bilsen de- öteden beri böyle olduğun duygusu, o belirsiz ve ezici duygu; çatlak aynadaki bu yüz senin yeni yüzün değil, maskeler düştü sadece, odanın sıcaklığı onları eritti, uyuşukluk onları yerinden söktü. doğru yolun, güzel kanaatlerin maskeleri. bugün artık pençesine düşmüş olduğun şey hakkında yirmi beş yıldır hiç mi bir şey anlamadın? kendi tarihinde hiç mi çatlaklık, zayıf nokta görmedin? ölü zamanlar, boş geçitler. geçici ve yürek paralayıcı o arzu, artık bir şey duymama, bir şey görmeme, sessiz ve hareketsiz kalma arzusu. saçma sapan yalnızlık düşleri. körler ülkesi'nde başıboş dolaşan, bellek kaybına uğramış biri: geniş ve boş sokaklar, soğuk ışıklar, bakışın şöyle bir değip geçeceği dilsiz yüzler. sana ulaşılamazdı asla."

    uyuyan adam - georges perec
  6. "eğer yaşamak, varolmak çok keyifli olsaydı, herkes uykudaki bilinçsizlik haline geçmek için isteksiz davranır, büyük bir mutlulukla uykudan uyanırdı. ama durum bunun tam tersi: herkes uyumak için büyük bir istek, uyanmak içinse isteksizlik duyuyor."
  7. "büyük kentin en iyi yanı ne biliyor musunuz? her şey sizi yeni, başka bir düşe götürüyor. hiç tanımadığınız insanları düşünmeye başlıyorsunuz. başka yerde yüz yılda göremeyecekleriniz yüz adımda önünüzde. hiçbir şey imkânsız değil burada. kalabalık öyle bir korunak ki gizlenmek için duvarlar gerekmiyor. yalnız değilsiniz. ya da yalnızlardan oluşan kocaman bir örgütün bir üyesi de sizsiniz. herkes bir ada burada. evlerden ve akşamlardan payınıza düşen bir uzaklık olsa da sokaklar herkesi aynı yakınlıkla kabul ediyor. kendine sahip çıkmaktan başka bir olanağı olmadığını öğreniyor insan. sonra kadınlar... dört yanınız güzelliğin herkese açık okulu. gerginlikten inceliğe geçişi öğreniyorsunuz. suları ve gökyüzünü özlüyorum ama kalabalığı daha çok seviyorum."
  8. "sanki derimin altında benden daha büyük bir şey var ya da beni yutmuş bir boşluk," diyor. "bu şey her neyse bedenimi zorluyor. kendimi bir gün yırtılacakmışım, paramparça olacakmışım gibi hissediyorum. varlığımla yetinemiyorum."

    "belki de yetinmek kelimesi yanlıştır," diyorum.

    "olabilir, dünyayı benimseyememek demek daha doğru," diyor. "bende bu dünyayla uyuşmayan bir şey var."

    (bkz: âşıklar delidir ya da yazı tura - ayfer tunç)
  9. “heyecan ve neşe içinde anlattıkları şeyleri biraz daha dikkatli dinleyince aslında o kadar da ilginç olmadıklarını fark ettim. ama hepsi de yaşadıkları sıradan şeyleri çok özelmiş ve kırk yılda bir yaşanırmış gibi anlatmakta çok hünerliydiler. işin garibi dinleyenler de bir süre sonra anlatılanların çok ilginç ya da komik olduğuna inanmaya başlıyordu. bu insanlar -belki benim dışımdaki tüm insanlar- böyleydi işte; bir şey onların başına geldiğinde özel, anlamlı ve anlatılmaya değer bir hale bürünüyordu. bense başıma gelen ilginç şeyleri bile anlatırken sıradanlaştırmakta ustaydım. bir kez bile herhangi bir şeyi onlar kadar heyecanla anlatmadığımı düşündüm. aslında gördüğüm ya da yaşadığım birçok şey bana çok ilginç geliyor, ama onları sözcüklere dökmeye başladığım anda cazibelerini yitiriyorlardı. sönmekte olan bir balon misali yerlere düşen bir sürü ölgün sözcük... dinleyiciler de doğal olarak biri sıkıntıdan ölmeden bu anlatının bir an önce sona ermesi için dua etmeye başlıyorlardı. bunu açıkça söylemeseler de, dudaklarının kenarında en başta oluşmuş hevesli izin ben konuşmaya başladıktan bir süre sonra aşağı doğru kaymasından ya da bakışlarının yavaş yavaş yere düşmesinden anlayabiliyordum.”

    peruk gibi hüzünlü - yalçın tosun